SON GELİŞMELER
Bize Ulaşın

İklim değişikliğine bağlı afetlerde artış, sel, taşkın ve su baskınları son yıllarda çok daha sıklıkla yaşanmaya başladı

Yıllardır çok sayıda afet görmüş, kriz ortamını ve deneyimini yaşamış biri olarak konuşacak çok şey var ama özetle şunu söyleyeyim; yaşanan afetlerle ilgili önce top yekûn hepimizin anlayışı, kafaların değişmesi gerek.

Bugün sel, su baskını ve taşkın konularına biraz değinmek istiyorum.

Türkiye, aktif fay kuşakları üzerinde yüksek deprem tehlikesine maruz olmasının yanı sıra tahminlere göre iklim değişikliğinin etkilerine karşı da en savunmasız bölgelerden birinde yer almaktadır. İklim değişikliğine bağlı oluşan riskler nedeniyle ekosistemler, doğal kaynaklar, su kaynakları ve tarımsal üretim olumsuz etkilenmekte, geçim kaynakları ve halk sağlığı zarar görmektedir. İklim değişikliği ile bazı doğal afetler birbiriyle doğrudan bağlantılıdır ve iklim değişikliğine bağlı afet riski gittikçe artmaktadır. Türkiye'de kuraklık, sel, heyelan giderek daha sık yaşanıyor. İklim değişikliği sadece tehlikeyi çoğaltmakla kalmıyor, aynı zamanda şehirlerin dayanıklılığını da azaltıyor. Kent merkezlerine su sağlayan kaynakların azalması, sıcak hava dalgalarının kentlerde yaşamı çok zorlaştırması, kışın kar örtüsünü azalması, yağışların azalması ya da ani sel rejiminde yağması, don ve kuraklık nedeniyle tarımsal üretimin azalması, vb. olumsuzluklar iklim değişikliğine bağlı olarak artık çok daha sıklıkla yaşanıyor. Karadeniz Bölgesinde meteorolojik açıdan deniz üzerinden kuzeybatı güneydoğu yönünde uzanan cephe hattının varlığı, sistemin sürekli denizden beslenmesi konvektif yağışların oluşumuna zemin hazırlıyor. Yer seviyesindeki ısınmaya karşı üst seviyelerdeki ani soğuma yağışların oluşumunu ve şiddetini arttırıyor. 

Geçmişten günümüze hafızamızı şöyle bir tazeleyelim;

  • - Temmuz 1990 Doğu Karadeniz Sel felaketi. Trabzon, Giresun, Ordu, Gümüşhane illerinde çok geniş bir bölgede birçok yerleşim alanını su bastı, binalar çamur ve terressubata gömüldü. Can ve mal Kayıpları oldu. O günlerde Afet İşleri Genel Müdürlüğünde görevli genç bir mühendis olarak günlerce hasar tespiti yaptık. Devlet baba yaraları sardı.
  • - Mayıs 1997 Batı Karadeniz Sel felaketi. Bartın, Devrek, Karabük, Zonguldak illerinde aynı manzara. Yine günlerce hasar tespiti yaptık. “Devlet baba” yaraları sardı.
  • - 22-25 Ağustos 2015 tarihleri arasında Hopa'da metrekare başına toplam 255 kilogram yağış düştü. İlçede bir korku filmi gibi sel ve heyelan felaketi yaşandı. Resmi verilere göre 8 kişi yaşamını yitirdi. Bölgedeki çok sayıda konut, işyeri ve ayrıca altyapı zarar gördü, kullanılmaz hale geldi. Büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar ile kümes hayvanları telef oldu, çay, fındık bahçeleri, seralar, meyve bahçeleri sel, taşkın ve heyelanlardan zarar gördü. Devlet baba yaraları sardı.
  • - 22 Ağustos 2020 tarihinde bölgede meydana gelen şiddetli yağışlar Giresun’un Dereli, Espiye, Doğankent, Tirebolu, Güce, Görele ve Yağlıdere ilçelerinde sel ve heyelan olaylarına sebep oldu. Bölgede en fazla yağış, Giresun Yağlıdere Sınırköy’de 14:10 ile 22:09 arası sekiz saat içerisinde 133.1  mm olarak tespit edildi. Yaklaşık 12 saat devam eden etkili ve aralıklı konvektif geçişler sonucunda Giresun ve çevresini etkileyen yağışlar gerçekleşti. Yaşanan bu sel felaketi 11 can kaybına, 8 kişinin sel sularında kaybolmasına ve yerleşim birimlerinde ciddi ekonomik zararlara sebep oldu. Ayrıca selden etkilenen ilçelerde altyapı kullanılamaz hale gelirken çevredeki tarım alanları önemli ölçüde zarar gördü. Devlet baba yaraları sardı.
  • - 22 Temmuz 2021 tarihinde Artvin’in Arhavi ilçesinde sabaha karşı başlayan yağışın şiddetlenmesi neticesinde metrekareye ortalama 174 mm (kg/m2) yağmur düştü ve yaşanan sel felaketi neticesinde önemli ölçüde maddi hasar oluştu. Devlet baba yaraları sardı.
  • - Yine Ağustos 2021'de sel felaketi Kuzey Batı Karadeniz bölgesindeki birçok şehri harap etti. Kastamonu’nun ilçesi Bozkurt'a bağlı Mamatlar Köyü'nde 48 saatte toplam yağış miktarı 420,6 kg/m2 olarak ölçüldü. Kastamonu, Sinop ve Bartın illerini etkileyen sellerde toplam 97 kişi hayatını kaybetti, 228 kişi ise yaralandı. Selden etkilenen bölgelerden yaklaşık 2 bin 500 kişi tahliye edildi. Köprüler, yollar, elektrik, temiz su/atık su şebekeleri, arıtma gibi altyapı tesisleri de tahrip oldu. Devlet baba yaraları sardı.
  • - Son yıllarda yine Karadeniz’de Artvin, Rize, Trabzon, Ordu, Giresun, Samsun illerinde, hatta Ankara’da, İstanbul’da ve başka bölgelerimizde yaşanan irili ufaklı sayısızca sel ve su baskınları, can ve mal kayıpları. Devlet baba yaraları yine sardı, hep sardı, sarmaya devam ediyor...!

Ancak maalesef bu tür afetlerin sayısı da zararı da azalmıyor, giderek artıyor.

Yıllardır yok şöyle önlem alınmalı, yok böyle yapılmalı diyen çok oldu. Herkes de çok doğru şeyler söyledi, söylüyor da...!

Ama sonuçta hiçbir şey değişmedi, değişmiyor.

Taşkınların önlenmesi ile ilgili teknik konulara hiç girmeyeceğim. Ama idari konularla ilgili bazı düşüncelerimi kısaca şöyle sıralayayım;

  1. Tamam, devletimiz sosyal devlet olarak vatandaşına elbette yardım etmeli, yaralarını sarmalı, ancak bu durum ha bire aynı şekilde sürüp gitmemeli. Devlet aynı zamanda denetleyip hesap sormalı. Yasalara, kurallara uymayanlara hiçbir ayrım yapmadan cezai işlem uygulamalı. Ben bugüne kadar dere yatağına yapı yapıldığı için ne bir vatandaş ne bir müteahhit ne de belediye mensubu veya herhangi bir idareci ceza alan kimseyi ben görmedim. Devletimiz nasıl olsa yaraları sarıyor, ancak dere yatağına yapı yapanın da yaptıranın da yanına kar kalıyor. Böyle olunca, ranta dayalı afete dayanıksız yapılaşmanın önüne geçilemiyor.
  2. İmar ve kentleşme süreçlerinde çok sayıda sorumlu kişi, kurum ve kuruluşun yer alması, görev ve sorumluluklarda çakışmalar olması nedeniyle afet sonrası herkes suçu birbirine atıyor, gerçek sorumluların tespiti de nereyse imkânsız oluyor. Amerika’nın yeniden keşfine gerek yok, dünyada afet zararlarını minimize etmiş örnek alınacak birçok ülke ve uygulama var.  Bu ülkelerde tüm imar süreçleriyle ilgili sigorta sistemini oluşturulmuş tıkır tıkır işliyor. Ülkemizde de artık yapıların, plan aşamasından yapım ve denetimine kadar her şeyinden sigorta şirketleri sorumlu olmalı. Vatandaş önce sigorta şirketiyle anlaşmalı. Yaraları da sadece devlet değil öncelikle sigorta şirketi sarmalı, zararı karşılamalı. Doğacak zararı tazmin edeceğini bilen sigorta şirketi zaten plan projesinden yapımına kadar tüm süreç içerisinde denetimini çok iyi yapar, her türlü tedbiri mecburen alır, aldırır...! Eğer karşılanabilir bir risk söz konusu ise de alacağı primi ona göre alır. Bu arada devlet elbette babalığını yapmalı, kralları koymalı, denetlemeli, cezai müeyyideleri uygulamalı ama sigorta şirketi gibi de davranmamalı.
  3. Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) birkaç yıl öncesine kadar sadece deprem esaslı çalışıyordu. Kapsamı genişletildi yangın, yer kayması, tsunami gibi afetler de dahil edildi. Ancak halen sel, su baskını, taşkın gibi afetlere karşı güvence sunmuyor. Sel riskine karşı ek bir doğal afet sigortası yaptırmak gerekiyor. Sel afeti de bir Doğal Afet olup kapsama dahil edilmeli.

Ayrıca Dask’ın işleyişinde de sigortacılığın temel prensiplerine aykırı sıkıntılı bir durum var. Örneğin aynı deprem bölgesinde binasını depreme dayanıklı sağlam inşa eden kişi ile kırılgan bir binası olan kişiden aynı prim alınıyor. Halbuki, sadece "Tehlikeye" göre değil, "Riske” göre prim hesaplanıp poliçeler düzenlenmeli. Tehlike aynı olmasına karşın binasını dayanıklı yaparak riski minimize eden kişi mükafatlandırılmalı, daha az prim ödemeli.

  1. Taşkın alanı sınırları sürekli güncellenmeli. Risk azaltmada kurumlar arası iş birliği çok önemli. Veriler ve haritalar ilgili kurumlar arasında sayısal olarak bilgisayar ortamında paylaşılmalı. Bu noktada halen kurumsal egolardan kaynaklanan büyük sıkıntılar yaşanıyor. Kurumlar arası koordinasyonu sağlamada AFAD daha çok inisiyatif almalı, veriler AFAD bünyesinde toplanmalı ve ilgili tüm kişi, kurum ve kuruluşlarla anında paylaşılmalı. Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı (UDSEP), Türkiye Afet Risk Azaltma Planı (TARAP), Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP), İl Afet Risk Azaltma Planları (İRAP) gibi yıllardır hazırlanan çok sayıda plan ve ikincil mevzuata rağmen bu konuda tam başarı sağlanmış değil.
  2. Ani ve kısa süre içerisinde çok miktarda yağan yağmur suları toprak tarafından emilemeden akışa geçiyor, derelere, denizlere karışıp ziyan oluyor, hiçbir faydası olmuyor. Böylelikle kuraklık da bir yandan artıyor. Bu yıl barajlardaki doluluk oranları iyice alarm vermeye başladı, bazı illerimizde su kesintisine gidildi, evlere su verilemedi. Sel rejiminde akışa geçip derelere, denizlere karışan yağmur sularını depolamanın yolları aranmalı, teknik çözümler geliştirilmeli. Örneğin, suyu süzgeç gibi alta geçiren özel betonlar var, şehirlerdeki kaldırımlar ve beton kaplamaları bu malzeme ile yapılmalı. Yağmur suları, atık (pis) su hatlarına hiç karıştırılmadan ayrı drenaj hatları ile toplanarak depolanmalı. Parklarda, bahçelerde, uygun alanlarda zemin altına büyük yağmur suyu depoları yapılmalı.
  3. İmar Planlarında taşkın alanlarına, dere yataklarına bina yapılmasına kesinlikle izin verilmemeli. Zorunlu hallerde önlemler ilgili kurumlar tarafından havza bazında bütüncül olarak önceden alınmalı, parsel bazında vatandaşın inisiyatifine bırakılmamalı. Plan notlarında tüm bu hususlar, alınacak önlemler ve sorumluluklar ayrıntılı olarak belirtilmeli.

Özellikle Karadeniz Bölgesi bu konuda bir ders niteliğinde ama almasını bilene. Bölgede, dere yataklarında, hatta bizzat derelerin üzerleri kapatılarak yapılaşmaya gidildiği açıkça görülüyor. Örneğin, 22 Ağustos 2020 tarihinde bölgedeki sel felaketinden en fazla etkilenen yerleşim birimi olan Giresun’un Dereli ilçesi. Adeta doğaya meydan okurcasına Aksu Deresinin tam ortasında kurulmuş. Sel felaketi ilçeyi ikiye ayıran derenin taşmasıyla meydana geldi, dere yatağındaki yapılaşma nedeniyle büyük ölçüde can ve mal kaybı oluştu. Tamam kabul ediyoruz, Karadeniz insanı girişkendir, hareketlidir, korkusuzdur, cesaretlidir. Bu yüzden bölgede birçok sülale, “Delikeseoğlu, Delifeyzoğlu, Deliibrahimoğlu” gibi bir anlamda cesareti vurgulayan “deli” lakabı eklenerek anılır. Ancak cesaretin de bir sınırı olmalı, delilik sayılacak ölçüde doğaya karşı gelinmemeli. Tarih boyunca İnsanoğlu, var olmak, hayatta kalabilmek, refah içinde yaşamak için doğayla mücadeleye girişmiş, hatta ona galip gelmek, ona egemen olmak güdüsüyle hareket etmiştir. Oysaki, yapılması gereken şey doğaya savaş açmak değil, onunla sağlıklı bir ilişki kurmaya çalışmak olmalı. Unutulmamalı ki kendisine karşı açılan savaşı eninde sonunda hep Doğa kazandı, bundan sonra da o kazanacak.

  1. Bir Karadenizli olarak biliyorum, aslında dedelerimiz dere yataklarına hatta kenarlarına yerleşmekten hep kaçınmışlar. Dedeme yıllar önce " deniz kenarında, dere kenarında ne güzel düzlükler varken neden bu Allah’ın dağına tepelere yerleştiniz. Beş para etmiyor" diye sormuştum. Rahmetli, " Havası hava değil. O nemli, bunaltıcı, sinekli, bataklık alanlarda ne işimiz vardı. Buralar cennet gibi. Üstelik ne zaman sel basacağı da belli değil. Sen ne anlarsın" demişti. Rahmetli dedem duyar mı bilmiyorum ama şunu itiraf edeyim; gün geçtikçe onu ve diğer dedelerimizi daha iyi anlıyorum...!
Küfür, hakaret ve spam yayınlanmaz.
  • T
    Trump 2 hafta önce

    tebri kederim

Köşe Yazarlarımız