Bir önceki yazımda; yıllardır dört gözle beklenen “Afetler Sonrası Bina Hasar Tespiti Yapılmasına İlişkin Genel Kurallar Hakkında Yönetmelik” yürürlük tarihinin 1 yıl ertelendiğini belirtmiş, bu ertelemenin yönetmelik üzerinde farklı görüşler belirtilen tartışmalı hususların tekrar ele alınıp giderilmesi ve uygulamadaki bazı sıkıntıların aşılması için bir fırsat yaratabilir demiştim.
Söz konusu Hasar Tespit Yönetmeliği, 12 Aralık 2025 tarihinde İnşaat Mühendisleri Odasında düzenlenen çalıştayda aralarında benim de bulunduğum konunun uzmanı akademisyenler ve inşaat mühendislerince ele alınarak tartışıldı, düzeltilmesi önerilen hususlar belirlendi.
Çalıştayda dile getirilen bu öneriler arasından önemli gördüklerimi sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Hasar Tespiti konusunda tecrübe sahibi birçok meslektaşıma göre yönetmelikteki en tartışmalı ve üzerinde dikkatlice düşünülmesi gereken husus, ülkedeki betonarme binaların aşağıdaki tabloda gösterildiği gibi kategorilere ayrılıp farklı şekilde değerlendirmelere tabi tutulması.
Öncelikle, yukarıdaki Yönetmelik Tablo-1.1 de verilen bina sınıflandırmasının Türkiye’deki bina tiplerini doğru tanımlamadığını düşünüyorum. Türkiye’de betonarme binaların büyük çoğunluğu, özellikle 1980-1990 öncesi betonarme yapılar 3-5 katlıdır. Bu yapıların deprem davranışı daha çok katlı yapılardan (5-6 ve daha çok katlı yapılar) farklıdır. 3-5 katlı betonarme yapılar “kesme” tipi yapılardır. Bunların deprem dayanımını zemin katlarının kesme kuvveti taşıma gücü belirler.
Yüksek yapılarda ise zemin kat davranışını belirleyen zemin katındaki eğilme momenti taşıma gücüdür. Yüksek yapılarda zemin katta küçük bir deprem kuvveti eğilme kırılmasına neden olabilir. Yapı yüksek olduğu için deprem kuvveti zemin katta kesme kırılmasından önce moment kırılmasına neden olur. Bu nedenle yüksek yapıların zemin katlarının kesme kuvveti taşıma gücünün sınırlı olması çok önemli değildir. Deprem yatay yükü zemin kattaki kesme dayanımı aşılmadan, kesme kırılması olmadan, zemin katta taşım gücünü aşan eğilme momenti oluşturabilir. Bu nedenle “alçak” (5 kata kadar) betonarme yapılar ile “yüksek” (6 ve daha çok katlı) betonarme yapılar olarak ayrım yapılsa idi daha doğru olacaktı.
Üstelik, Tabloya göre ülkemizdeki betonarme binaların %80’ininden fazlası zaten Kategori-1 diye tabir edilen bina sınıfına giriyor. Yığma binalara gelince, 3 katın üzerinde yapılması yıllardır yasak ve 5 katın üzerinde yığma bina ben hiç görmedim. Yani onların da Tamamı Kategori-1 bina sınıfına giriyor. Aklınızdan “şimdi ne var bunda?” diye geçebilir. Ancak işin aslı öyle değil. Yönetmelikte, Kategori-1 sınıfına giren binalar için zorunlu kılınan hasar tespit algoritmasına bakınca durum anlaşılıyor, sıkıntı ortaya çıkıyor. Peki nedir o sıkıntı derseniz onu da şöyle izah etmeye çalışayım:
Yönetmeliğin “2.2.2.1 Bina Kategori-1 için İçeriden İnceleme” başlıklı maddesinde; “Eğer inceleme yapılan kattaki düşey taşıyıcı sistem elemanlarının en az 1 tanesi "D Tipi (çok ağır)” ya da en az 2 tanesi "C Tipi (ağır)” hasarlı ve bina 01.01.2011 tarihinden önce inşaat ruhsatı almış ise, Bina Hasar Sınıfı "Ağır Hasar" olarak belirlenir” deniyor.
Yani, Kotegori-1 Sınıfındaki bir binada, eğer kolonlardan sadece 1 tanesi çok ağır hasarlı veya 2 tanesi ağır hasarlı ise başka hiçbir inceleme ve değerlendirmeye gerek kalmaksızın o binaya doğrudan “Ağır Hasar” verilmeli deniyor. Burada Yapı Denetimin tüm ülke genelinde zorunlu uygulanmaya başladığı tarih olan 01.01.2011 tarihinden sonra ruhsat alıp inşasına başlanan yapılara bir istisna sağlanıyor ve Kategori-2 ye göre daha detaylı inceleme şansı tanınıyor.
Eğer yapı denetimine tabi olmamışsa 10 kat ve altındaki binalar adeta cezalandırılıyor. 10 katlı bir binanın suçu 11 katlı olmaması mı? Yapı denetimin olmadığı tarihlerde inşa edilmiş bütün binalar acaba doğrudan kusurlu mu, depreme dayanıksız mı?
Biz mühendisler çok iyi biliyoruz ki; ruhsat tarihi ne olursa olsun tek bir düşey taşıyıcı elemanın ağır hasarlı olması tüm sistemin ağır hasarlı olduğunu göstermez. Binada diğer elemanlardaki hasar yüzdesi (taşıyıcı kapasite kaybı) ile yatay ve düşey deformasyonlar kabul edilebilir sınırlar içerisinde ise, binada mekanizmalaşma yok ise tek bir kolonu ağır hasarlı diye 10 katlı bir binanın ağır hasarlı kabul edilip yıktırılması doğru değil. Böyle bir bina, en azından “Orta Hasarlı” olarak değerlendirilip rahatlıkla güçlendirilebilir.
1 tane D sınıfı veya 2 tane C sınıfı çatlaklı düşey taşıyıcı elemanı olan ve 2011 öncesi inşa edilmiş yapının “ağır hasarlı” kabul edilmesi ve yıktırılması çok büyük bir milli servetin ziyan edilmesi demektir. Yönetmelik, 2011 yılından önce yapılmış binaların mühendislik değerlendirmesine dayalı bir incelenme yapılmadan ağır hasarlı ilan edilmesini öngörmektedir.
2 tane kolonunda C sınıfı çatlak olan bir bina, içine girilip incelenebildiğine göre depremde yıkılmamış bir binadır. 30 tane kolonu olan bir yapının en az 2 tane C sınıfı çatlak var diye ağır hasarlı ilanı yanlış bir işlemdir.
6 Şubat 2023 depreminde, 2018 deprem yönetmeliğine göre inşa edilmesine rağmen yıkılmış çok sayıda bina varken ve daha önceki tarihlerde yapılmış olmasına karşı ayakta kalmış binalar varken hiçbir hesap yapmadan böyle bir hüküm verilmesi, inşaat mühendisliğinin hiçe sayılması ve Türkiye’de inşaat mühendisinin bir kıymeti yoktur anlamında mühendisliğe hakaret gibidir.
Bu yaklaşım Depreme dayanıklı yapı tasarım kurallarına da ters bir yaklaşımdır. Depreme dayanıklı yapı tasarımı şiddetli depremlerde yapının “elastik ötesi” davranış bölgesine geçerek depreme karşı koyacağı ilkesine dayanır. Diğer bir deyişle deprem yönetmeliklerine göre yapılmış yapılarda beklenen en şiddetli tasarım depreminde yapıda taşıyıcı elemanlarda çatlakların olması beklenir. Beklenen bu çatlaklar söz konusu yeni yönetmeliğin eki “Deprem Afeti Sonrası Bina Hasar Derecelendirme Yönteminde” verilen B ve C Sınıfı çatlaklarla eşdeğerdir.
Yapı deprem yüküne elastik davranışın ötesine geçerek karşı koyacaktır. Bu depreme dayanıklı yapı tasarımın temel ilkesidir. Yapı depremde elastik davranış bölgesinin ötesine çok geçmesin, yapıdaki hasar onarılacak kadar olsun. Eğer deprem olmazsa başlangıçta boşuna büyük bedel ödenmesin. Deprem olursa da yıkım olmasın.
Hasar Tespit Yönetmeliğine göre 2 elemanında C sınıfı çatlağı olan 1nci kategori bir yapının “ağır” hasarlı olarak nitelenmesi deprem yönetmeliklerine göre tasarlanmış yapıdan beklenen en çok orta hasar” ile çelişkilidir. Deprem yönetmeliğinin orta hasar olmasını beklediği yapının Hasar Tespit Yönetmeliğine göre ağır hasarlı olması bir anlamda Deprem Yönetmeliğinin yetersizliği anlamındadır. Ya da deprem hasarının çok abartılmasıdır. Kısaca, deprem sonrasında yapı hasar değerlendirmesi Deprem Yönetmeliğinin öngördüğü davranış ile karşılaştırılarak yapılmalıdır. Onarım ve güçlendirme sonrası yeterli deprem dayanımı sağlanacak binalar için mutlaka bir öneri sunulmalı, en azından isteyen yapı sahiplerine bu fırsat tanınarak mağduriyetleri giderilmelidir.
Son 35 yılda meydana gelen bazı büyük depremler sonrası yapılan hasar tespit sonuçlarını gösteren aşağıdaki grafikler, 2000’li yıllardan sonra “Orta Hasar” yüzdesinde çok belirgin bir azalma olduğu açıkça ortaya koyuyor.
Yukarıdaki grafikler, tüm dünyada inşaat mühendisliğince kabul gören ve depremlerde kendini kanıtlamış alternatif bir yöntem olan “Binaların Onarımı ve Güçlendirilmesi” işleminin son yıllarda ülkemizde pek de geçerli görülmediğinin ve neredeyse yok sayıldığının bir göstergesi gibi. Oysaki 2004 Deprem Şurası Kararları doğrultusunda Mevcut Binaların Değerlendirilmesi ve Güçlendirilmesine yönelik detaylı teknik hesap, usul ve esaslar belirlenerek 2007 tarihli Deprem Yönetmeliğimize eklenmişti. Buna rağmen “Orta Hasarın” ve “Güçlendirmenin” tercih edilmemesi idari bir tasarrufun sonucu gibi görünüyor.
Bir hasar tespit yönetmeliğin amacı aslında depremde hasar gören yapılarla ilgili genel politikanın uygulayıcısı olmaktır. Hasar tespitinden sonraki hedefi nedir? Bu soruyu Yönetmeliğin yanıtlaması ya da yönetmelikten bu hedefin izlerinin çıkarılabilmesi gerekir. Depremde orta hasarlı ve yıkılmamış yapılara uygulanacak işlem nedir sorusunun bu yönetmelik içinde dolaylı yoldan yanıtı olmalıdır. Böyle bir yanıtın ve güçlendirme için olumlu sayılacak bir hedefin hazırlanan bu yönetmelikte pek de bulunmadığı anlaşılmakta.
Umarım, yönetmeliğin yürürlük tarihindeki bir yıllık erteleme sürecinde bu konular tekrar ele alınıp dikkatlice değerlendirilir ve bazı yeni düzenlemeler yapılır.