Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ebediyete intikalinin 87. yıldönümünde, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü'nden Prof. Dr. Fatma Acun, Manşet Haber'e konuştu.
Prof. Dr. Acun, Atatürk'ün son günlerinden cenaze törenine, dünya basınındaki yankılardan kamuoyundaki yanlış bilgilere kadar birçok önemli detayı anlattı.
ATATÜRK'ÜN HASTALIĞINA DAİR TARİHİ BELGELER NE DİYOR?
Atatürk'ün hayatının son yıllarına dair dönemin nöbetçi yaverleri tarafından tutulan ayrıntılı kayıtların bulunduğunu belirten Prof. Dr. Acun, "Cumhurbaşkanlığı nöbetçi yaverleri tarafından her 24 saatte bir hazırlanan raporlar mevcuttur. Yediği yemekler, uyuduğu ve uyandığı saatler, görüşmeleri, yaptığı işler günü gününe kaydedilmiştir" dedi.
Bu raporların "Atatürk'ün Nöbet Defteri (1931-1938)" adıyla yayımlandığını hatırlatan Acun, "Ayrıca Atatürk'ün hastalığına dair ilk siroz teşhisini koyan Dr. Nihad Reşad Belger'in röportajı da dönemin önemli kaynakları arasındadır" diye konuştu.
HASTALIĞIN TEŞHİSİ GEÇ KONULDU
Hayatının büyük bir kısmı cephelerde geçen biri olarak Atatürk'ün erken dönemde sağlığının zaman zaman bozulduğunu ve tedavi gördüğünü aktaran Acun, 1937 yılı sonunda durumun giderek kötüleştiğini söyledi.
Acun, Atatürk'ün hastalığının teşhisinin geç konduğunu belirterek, "1938 başında siroz teşhisi konulmuştur. Ancak teşhis geç konulmuştur; bacaklarındaki kaşıntıların kırmızı karıncalardan kaynaklandığı sanılmış, belirtiler ilerledikçe hastalığın ciddiyeti anlaşılmıştır" dedi.
Doktorların dinlenme tavsiyesine rağmen Atatürk’ün devlet işlerini aksatmadığını söyleyen Acun, "Gündemdeki devlet işleri dolayısıyla Atatürk buna pek uymamıştır" ifadelerini kullandı.
"BENİ TÜRK HEKİMLERİNE EMANET EDİNİZ" SÖZÜ GERÇEK Mİ?
Prof. Dr. Acun, kamuoyunda sıkça dile getirilen "Beni Türk hekimlerine emanet ediniz" sözünün belgelerde yer almadığını belirtti:
"Atatürk’ün bu sözü söylediğine dair bir kaynak veya kayıt mevcut değildir. Sanırım, meslek hassasiyeti olan kişi veya kişilerce yakıştırılmıştır. Doktorluk mesleğini yüceltmek ve tıp düzeyimizin 1930’lu yıllarda iyi durumda olduğunu göstermek için kurgulanmış bir söz olduğunu düşünüyorum. Belirttiğim üzere, Atatürk’ün hastalığının teşhisi oldukça gecikmiştir ve hastalığının ilk belirtileri olan kaşıntıların, karınca ısırmasına yorulması, tıp düzeyimizin pek de iyi düzeyde olmadığını göstermektedir. Yerli hekimlerin yanı sıra, Atatürk’ün hastalığını takip eden altı yabancı hekim bulunmaktadır. Ben bu sözün iyi niyetle ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki tıbbımızı ve doktorlarımızı yüceltmek amacıyla söylendiğini düşünüyorum."
HALKLA SON BULUŞMA: 19 MAYIS 1938
Mustafa Kemal Atatürk'ün halkla buluştuğu son günün 1938 yılı 19 Mayıs törenleri olduğunu belirten Acun, "19 Mayıs 1938 günü Ankara'da son olarak törene katılır. Bu yılda yani 1938'de, 19 Mayıs "Gençlik ve Spor Bayramı" olarak ilan edilir. Katıldığı tören Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençlerle ve halkıyla son buluşmasıdır" ifadelerini kullandı.
Atatürk'ün vefatından önceki eylül ayına kadar hükümet yetkilileriyle ekonomik planlar hakkında görüşmeler yaptığını belirten Acun, "29 Ekim'de Cumhuriyet Bayramı törenine gitmek istemiş fakat hastalığı elvermediği için vazgeçilmiştir" dedi.
SON GÜNLERİNDE DEVLET İŞLERİYLE İLGİLENMEYE DEVAM ETTİ
Atatürk'ün son günlerine kadar devlet meselelerinden uzak kalmadığını vurgulayan Acun, "Son günlerine, gücü yetinceye kadar Atatürk devlet işleriyle ilgilenmiştir. 1938 yılında Hatay meselesi halen çözülmemiştir. Fransızların Hatay'dan çekilmesini fırsat bilen Atatürk bu soruna odaklanır. Doktorların tavsiyesine ancak bir ay kadar uyar ve biraz toparlanınca çalışmaya başlar" dedi.
Prof. Dr. Fatma Acun, Atatürk'ün son günlerinde devlet işleriyle meşguliyetini şu sözlerle anlattı:
"Hatay sorunuyla yakından ilgilenmek üzere 19-24 Mayıs 1938 tarihleri arasında, Ankara'dan Mersin ve Adana'ya trenle ziyarete çıkmıştır. Hastalığının ilerlemiş olmasına aldırış etmeden 20 Mayıs'ta Mersin'e varmış burada dört gün kalarak 24 Mayıs'ta Adana'ya geçmiştir. Burada bir gün kalarak 25 Mayıs günü Ankara'ya dönmüştür. 27 Mayıs günü ise Ankara'dan İstanbul'a dönmüştür.
Mayıs ayından 10 Kasım'daki vefatına kadar olan sürede, sağlığı el verdiğince devlet işleriyle ilgilenir ve bilgiler alır. 12 Eylül'de Başbakan Celal Bayar ve İçişleri bakanı Şükrü Kaya ile hükümetin 4 yıllık ekonomi planı hakkında görüşme yapar. Eylül sonunda hastalığı tekrar ağırlaşmaya başlar. Takip eden dönem oldukça ıstıraplıdır. 22 Eylül'den sonra ziyaretler yasaklanır. 16 Ekim'de geçirdiği komaya kadar, iyileştikçe devlet işleriyle ilgilenir, katılamadığı faaliyetlere ve törenlere tebrik telgrafları çeker. Ekim sonuna kadar, en yakınındakiler, başbakan Celal Bayar, ileri gelen devlet adamları ve kız kardeşiyle görüşmeler yapar. 20 Ekim günü tekrar bir koma geçirir. 29 Ekim'de, Cumhuriyetin 15. Yıldönümünde Ankara'ya gitmeyi ve resmi geçitte bulunmayı çok arzu etmiştir. Bunun için girişimlerde bulunulmuş fakat yolculuğa dayanamayacağı görülerek Ankara ziyaretinden vazgeçilmiştir."
10 KASIM 1938 SABAHI DOLMABAHÇE'DE NELER YAŞANDI?
Atatürk’ün son günlerine dair bilgilerin resmi kayıtlardan net biçimde izlendiğini belirten Prof. Dr. Acun, 10 Kasım'a giden günlerde Dolmabahçe'de yaşananları anlattı:
"Atatürk giderek ağırlaşmaktadır. 7 Kasım günü ağrıları giderek arttığı ve dayanılmaz hale geldiğinden karnından su alınmasını istemiştir ve alınmıştır. Atatürk'ün son koma hali 8 Kasım'da başlamıştır. 9 Kasım sabahı giderek ağırlaşmıştır. İkinci kere karnından su alınmıştır. Ağır halde iken "Aleykümesselam" demiş ve tekrar komaya girmiştir. Bu koma 30 saat sürmüştür. 10 Kasım Perşembe günü saat 9'u 5 geçe gözlerini birkaç saniye açmış ve kapatmıştır. Kapanan gözleri bir daha açılmamıştır. Türk milletinin kurtarıcısı, Cumhuriyetin kurucusu ebediyete intikal etmiştir."
Acun, Atatürk'ün vefatının hemen ardından ölüm raporunun hazırlandığını, hükumetin resmi tebliğinin de aynı gün öğle saatlerinde gazetelere geçtiğini hatırlattı.
HALK VE BASIN HABERİ NASIL KARŞILADI?
Atatürk'ün vefat haberinin önce İstanbul'da Cumhurbaşkanlığı forsunun yarıya indirilmesiyle duyulduğunu ifade eden Acun, "İstanbul’da henüz saat 11'de ve resmi tebliğ gazetelerde baskıya girmeden, bütün sinema, tiyatro ve eğlence yerleri kapanmış, birçok dükkan kepenklerini kapatmıştır. Çoğu okulda öğleden sonra ders yapılmamış, Atatürk'ü anlatan, çocukları teskin eden konuşmalar yapılmıştır. Bütün resmi binalarda ve yabancı elçiliklerde bayraklar yarıya indirilmiştir" dedi.
Atatürk'ün ölüm raporunun hükümet tarafından resmi tebliği ile gazete ve radyoda duyurulmasının ardından 10 Kasım'ın "yas günü" ilan edildiğini belirten Acun, "Gazeteler vefat haberini, yıldırım baskısıyla duyurmuştur. Gazeteler 10 Kasım günü öğleden sonra ikinci baskılarını yapmışlardır. Ertesi günü bütün gazete manşetlerinde vefat haberini yayınlamıştır. Gazeteler tamamen siyah renktedir ve Atatürk resimlerinin üzerine atılan başlıklarla vefat haberini duyurmuşlardır. Halk haberi büyük üzüntüyle ve matem havasında karşılamıştır. Radyo ve gazetelerden haberleri takip etmişlerdir" dedi.
"KURTARICINI VE EN BÜYÜK EVLADINI KAYBETTİN"
Prof. Dr Acun'un aktardığına göre; ulusal basın 10 Kasım günü ve ertesi günü, Atatürk'ün kaybını matem ve üzüntüyle duyurdu. Manşetler ve Atatürk fotoğrafları siyah renkteydi. Bazı manşetler şöyleydi:
Ulus gazetesi Türk milletine başsağlığı diledi ve "Kurtarıcını ve en büyük evladını kaybettin" manşetini attı.
Cumhuriyet gazetesi 10 Kasım günü yaptığı ikinci baskıda, hükümetin resmi tebliğini çerçeve içine alarak vermiştir. Akşam gazetesi, "Kemalizm Türk milletinin kalbinde ebediyen yaşayacaktır" başlıklı yazıda, Atatürk'ün "Benim naçiz vücudum elbette toprak olacaktır. Fakat, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır" sözlerine yer verdi. Diğer gazeteler "Büyük Şefimiz Atatürk dün sabah hayata gözlerini yumdu", "Büyük matemimiz", "Bir güneş söndü" başlıklarını attılar.
Sadece manşetler değil, gazetelerin tüm sayfaları Atatürk'le ilgiliydi. Atatürk'ün fotoğrafları büyük boy halinde yayınlandı. Gazeteler 29 Kasım'a kadar siyah renkte yayınlandı.
DÜNYA BASININDA ATATÜRK'ÜN VEFATI
Atatürk'ün ölümü dünya çapında yankı uyandırdı. Prof. Dr. Acun, "Avrupa basını onu 'Modern Türkiye'nin kurucusu', 'Asya'nın kahraman milliyetçilik havarisi' gibi ifadelerle andı. Fransız Le Figaro 'Duygu yüklü kalabalık Dolmabahçe'de toplandı' başlığıyla haberi duyurdu. İngiliz The Times gazetesi 11 Kasım'da ölüm haberine tam sayfa yer ayırdı" dedi.
İran'da yas ilan edildiğini, Hindistan'da ve Arap ülkelerinde mevlitler okutulduğunu aktaran Acun, "Bütün gelişmekte olan ülkeler ve sömürülen mazlum milletlerin model aldığı Atatürk'ün ölümü büyük hüzün ve üzüntüyle karşılandı, hayal kırıklığı yaşandı. Çünkü Atatürk oldukça genç denecek bir yaşta hayata veda etmişti. Ölümüyle Atatürk'ün 'emperyalist güçlere karşı bağımsızlığı hedefleyen milletlerin bir sembolü olduğuna' dair haberler çıkmaya başladı" ifadelerini kullandı.
DEVLET YÖNETİMİNDE ZAAFİYET YOK
Atatürk'ün vefatı sonrası herhangi bir yönetim boşluğu yaşanmadığını belirten Acun, "Atatürk’ün vefatı üzerine, Anayasa'nın 33. Maddesi gereğince Cumhurbaşkanlığına, Büyük Millet Meclisi başkanı Abdülhalik Renda vekalet edecektir ve hemen görevine başlamıştır. Yine Anayasa’nın 34. Maddesi gereğinde Cumhurbaşkanı derhal seçilecektir. Anayasa'ya uygun olarak Meclis 11 Kasım 1938 günü toplanmış ve tek aday olan Malatya mebusu İsmet İnönü'yü oy birliğiyle Cumhurbaşkanı seçmiştir. Bu suretle herhangi bir iktidar boşluğu yaşanmamış, Atatürk sonrası döneme sorunsuz bir geçiş yapılmıştır. Milli Mücadele kahramanı ve Atatürk'ün en yakın silah arkadaşı İnönü'nün Cumhurbaşkanı seçilmesi tabii bir durumdur. Zaten başka aday da bulunmamıştır" dedi.
"11 KİŞİ İZDİHAMDA ÖLDÜ"
Atatürk'ün vefatının ardından Bakanlar Kurulu, 13 Kasım 1938 tarihinde yayınladığı bir programla cenaze merasiminin nasıl yapılacağını ve geçici kabrin neresi olacağını duyurdu.
Prof. Dr. Fatma Acun, "İstanbul halkının saygı göstermesi için 16-18 Kasım günleri arasında üç gün ayrılmıştır. İstanbul halkının Atatürk'e büyük saygı göstermesi ve naaşını selamlama isteği önemlidir ve her milletten insanlar selamlamaya katılmıştır. O derece izdiham yaşanmıştır ki, 11 kişi izdihamdan ölmüştür" dedi.
Namazın ardından Atatürk'ün naaşı top arabasına konularak Sarayburnu'na getirildi, buradan da Yavuz zırhlısına konularak İzmit'e ulaştırıldı. Acun, "Buradan da özel bir trene konularak Ankara'ya getirilmek üzere yola çıkarılmıştır. Atatürk'ün naaşı 20 Kasım'da Ankara'ya gelmiş ve TBMM önündeki katafalka konularak devlet erkanı ve halkın selamlaması gerçekleşmiştir. 21 Kasım'da törenle Etnografya Müzesi'ne nakledilmiştir. Törene yerli ve yabancı devlet erkanı, kalabalık halk kitlesi, yabancı devletlerin askeri ve sivil temsilcileri katılmıştır" diye konuştu.
ANITKABİR'E GİDEN SÜREÇ
Atatürk'e yaraşır bir anıt mezar yapılması için 16 Aralık 1938'de bir komisyon kurulduğunu hatırlatan Acun, "Anıtkabir'in yerini belirlemek için de TBMM'de 17 kişilik bir komisyon faaliyete geçirilir. Bu komisyon, Anıtkabir'in yeri olarak, Ankara'nın her tarafına geniş bir görüş açısıyla hakim olan Rasattepe'yi belirler. Anıtkabir'in yapımı için uluslararası bir mimari proje yarışması da açılır. 1942'de Anıtkabir'in yapımına başlanır ve 1953'te sona erer" bilgisini paylaştı.
Prof. Dr. Fatma Acun, Anıtkabir'in Ankara'da olmasının hem doğal hem de tarihi bir gereklilik olduğunu vurgulayarak şöyle dedi:
"Başkentin Ankara olması dolayısıyla Atatürk'ün kabrinin Ankara'da olması tabii bir durumdur. Başka bir yerin düşünülmesi yersizdir. Milli Mücadele'nin Atatürk tarafından Ankara'da yönetilmesi ve başarılı olunması, Ankara'yı tarihi bakımdan ön plana çıkarmaktadır. Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk'ün herkes tarafından ziyaret edilebilmesi ve törenlerin yapılmasına müsait olması için büyük bir alanın içinde yer alan sağlam ve yüzyıllarca ayakta kalabilecek bir yapının inşası gerekmektedir. Bu da ancak Anıt bir kabir ile mümkün olabilecektir. Gelecek nesillerin Atatürk'ü tanıması ve unutmaması için Atatürk’ün böylesine büyük bir anıt mezarının olması bir gerekliliktir."
"CENAZE NAMAZI KILINMADI" İDDİASI
Atatürk'ün cenaze töreninin detaylarını da aktaran Prof. Dr. Acun, "16-18 Kasım arasında halk Dolmabahçe'de Atatürk'ü selamladı. 19 Kasım'da cenaze namazı Dolmabahçe Sarayı'nda kılındı. 21 Kasım'da Etnografya Müzesi'ne nakledildi" dedi.
Acun, Atatürk'ün vefatıyla ilgili kamuoyunda dolaşan en yanlış bilginin cenaze namazının kılınmadığı yönünde olduğunu belirterek, "Cenaze namazı camide kılınmamıştır. Cenaze namazının nerede kılınabilineceğine ilişkin Ankara'daki Diyanet İşleri Başkanı olan Rıfat Börekçi'ye sorulmuş, o da 'Atatürk'ün cenaze namazının vatan toprağının herhangi bir yerinde kılınabilineceğine' dair görüşünü bildirmiştir. Bunun üzerine, Atatürk'ün cenaze namazı Dolmabahçe Sarayı'nda kılınmıştır. Bunda şüphe edilecek bir durum yoktur" ifadelerini kullandı.
Bir başka yanlış bilginin de Atatürk'ün hastalığı esnasında yabancı hekimler tarafından zehirlendiği veya yanlış tedavi veya ilaç kullanıldığına dair olduğunu söyleyen Acun, "Bunların tamamı uydurmadır. Doğru değildir" dedi.
"ATATÜRK ORTAK PAYDAMIZ OLMALI"
Röportajının sonunda duygularını paylaşan Prof. Dr. Fatma Acun, şu ifadeleri kullandı:
"Cumhuriyetimizin kurucusu yüce Atatürk'ü, bir Türk kadını olarak minnetle ve rahmetle anıyor, aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum. Bugün size bu röportajı verebildiysem bu Atatürk sayesinde, Atatürk'ün kadınlara verdiği haklar sayesindedir.
Ülkemiz insanının Atatürk ortak paydası etrafında toplanması ve Atatürk'e gereken saygı ve itibarın gösterilmesinin, milli birlik ve bütünlüğümüz bakımından önemli olduğunu söyleyerek sözlerimi tamamlıyorum."
Haber: Buket Saymaz