İran nükleer programının başlangıcı olarak 1950’ler diyebilirz. Bu tarihlerde İran, bu serüveni “Barış için atom” sloganıyla ABD destekli olarak ilerletti. İran özellikle 1970’lerde Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na (NPT) taraf oldu. Bu da İran’ın barışçıl yollarla nükleer enerjiye sahip olabileceğini fakat nükleer silaha sahip olamayacağının en büyük kanıtıydı. ABD’nin amacı ise Soğuk Savaş sırasında SSCB’ye karşı güç elde etmekti. İran bu noktada Uranyum zenginleştirme çabası içerisine girdi. İran’ın bu nükleer programı, ABD ve Avrupa tarafından 1970’lere kadar desteklendi. İran İslam Devrimi ile başa gelen Ayetullah Humeyni, o dönem düşman olarak gördüğü ABD ile nükleer teması ve programı durdurdu.
İran-Irak Savaşıyla birlikte İran, nükleer çalışmalarına tekrardan başladı. Bu kez ise SSCB ile bir anlaşma yaptı. Bu işbirliği sonucunda ABD, İran’ı nükleer silah üretmekle suçladı. İran bu noktada, bu programın “barışçıl” olduğunu ve denetimlere izin vermesine rağmen ABD ile İsrail’i rahatlatamadı. Günümüze kadar olan süreçte anlaşmalar ve müzakereler yapılmış olsa da ABD, İsrail ve Avrupa’nın (ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya) endişeleri devam etmekte. İran’ın elde ettiği Uranyum oranı o kadar fazla ki, bu Uranyum seviyesi silah üretimine çok yakın hatta bunu 1 ayda 6 nükleer bomba üretmek olarak açıklayabiliriz.
2010’dan itibaren BM, ABD ve AB, İran’ın nükleer silah geliştirdiği şüphesiyle birçok yaptırım uygulandı. Bu yaptırımlar İran’ın ekonomisinde ciddi sıkıntılara yol açtı.
2015’te İran ve altı ülke (ABD, Çin, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya) JCPOA anlaşmasını imzaladı. İran denetime açıldı, karşılığında yaptırımlar kaldırıldı. Anlaşmanın 15 yıl geçerli olması öngörülüyordu.
Ancak Trump, 2018’de anlaşmadan çekildi ve yaptırımları yeniden uyguladı. İsrail ise İran’ın gizli nükleer faaliyetleri sürdürdüğünü ve ekonomik kazançlarını askeri amaçlarla kullanacağını savundu.
Trump, İran’la doğrudan müzakerelere başlayacağını duyurarak, uzun süredir savunduğu “daha iyi bir nükleer anlaşma” hedefini yineledi. Ancak İran, bu görüşmeleri ancak askeri seçeneğin tamamen devre dışı bırakılması durumunda değerlendirebileceğini belirtti.
Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı, yeni anlaşmanın İran’ın nükleer zenginleştirme, silahlanma ve füze programlarını tamamen sona erdirmesi gerektiğini vurguladı. Müzakerelerin dolaylı yürütüleceği ifade edilirken, İsrail ise Trump’ın bu yaklaşımından rahatsızlık duyduğunu belli etti.
Netanyahu, kabul edilebilir tek çözümün İran’ın nükleer altyapısının tamamen ortadan kaldırılması olduğunu söyledi. İsrail, ABD’nin İran’a taviz vermesi halinde bu sürecin sadece sembolik bir diplomatik başarıya dönüşebileceğinden endişe etti.
12 Nisan 2025’te Umman’ın başkenti Maskat’ta, ilk dolaylı görüşmeler gerçekleşti. Taraflar, ayrı odalarda bulunarak mesajlarını Ummanlı yetkililer aracılığıyla iletti. Görüşmelerin amacı, nükleer programına ve ABD’nin bu konudaki endişelerine çözüm bulmaktı. ABD, bu toplantıda Uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin durdurulmasını talep etti.
Görüşmelerin olumlu geçmesi üzerine Avrupa’da da yeniden bir araya gelmeyi planladıklarını açıkladılar. İki tarafında talepleri üzerine müzakereler zorlaşıyordu.
Müzakerelerin ikinci turu, İtalya’nın başkenti Roma’da gerçekleşecek.
Görüşmeler, iki ülke arasında diplomatik temasların yeniden kurulması açısından önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.
Türkiye bu süreçte, hem bölgesel bir aktör hem de diplomatik köprü görevi üstlenebilecek bir ülke olarak dikkat çekmiştir. 2006 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İran ziyareti, nükleer kriz sürecinde diplomasinin önemine işaret eden önemli bir girişim olmuştur. Türkiye’nin tarihi, kültürel ve jeopolitik özellikleri, onu Orta Doğu’da barışa aracılık edebilecek nadir ülkelerden biri haline getirmektedir.
İran’ın nükleer silah geliştirmesinin bölge güvenliği açısından bir tehdit oluşturduğu açık olsa da, çözüm askeri müdahalelerle değil, diplomatik diyalog ve güven artırıcı adımlarla sağlanabilir.
Türkiye’nin bu süreçte hem Batı ile olan ilişkilerini hem de bölgesel komşularıyla olan bağlarını dengeli biçimde kullanarak diplomatik girişimlerde bulunması, krizin yumuşatılmasında yapıcı bir rol oynayabilir. Orta Doğu’da sürdürülebilir barışın sağlanması, ancak bölgenin kendi aktörlerinin inisiyatifiyle, uzun vadeli stratejik ve kapsayıcı çözümler üretmesiyle mümkün olacaktır.
Haber Merkezi: Dilan TAN